19 Ekim 2014 Pazar

Final Maçı! Ya Amerika Ya Türkiye--Kim Şampiyonluğu Kazanacak?????

Bu iki lider skoru takip ediyorlar. Ama aralarında bir boş koltuk var---neden? Bugünkü yazımı oku ve öğren!


İkinci yarısına hoş geldin!

Maç başlamadan önce bir şey diyebilir miyim? Sizde “namus” diye bir şey var. Türkiye’nin her şeyi en iyisi olmasına inanmak şart. Bizde de ‘onur’ diye bir şey var. Bizim her şeyimiz de en iyisi olmasına inanmak da şart. (Gerçi, hangi ülke kendisiyle ilgili  “Biz en iyi ikinciyiz” diyor ki?)  Bu namus meselenin yüzünden bir şahıs benim en son yazdığım yazıya alınıp gocunmuş, bendenize bir tehdit atılması gerekli buldu. Hem o bekone övgü cümlelerimi hem tuvalet hakkında yazdığım sözleri ‘Türkiye’ye karşı bir hakaret’ olarak nitelemiş. Benzer (ama daha az saldırgan bir şekilde) benim annem de bana küstü. "Neden bizim yemek kültürümüzü böyle aşağılıyorsun? Amerikalı olduğunu, hatta güneyli olduğunu unuttun mu?" (Amerika’nın güneylisi için yemek, milli gururun bir eşsiz kaynağıdır)

Neyse—bütün bu şikayetlerine rağmen, yarışmaya devam edelim....

4. Sağlık sistemi

Küçük bir hikayeyi anlatayım. Türkiye’ye ilk geldiğim zaman, öğrencilerimle futbol oynamayı yeltendim. Onlardan kıyasıya biri kramponlu ayakkabıyla geldi. Psikopat daniskası zaten. Herkesi o ayaklarla süngülemeye çalışıyordu. Sahanın bir köşesinde top için onunla bayağı hararetli bir çatışmaya girdim. O ayaktaki öldürücü silah ile benim ayağımı vurdu. Serçe parmağım tüyler ürpertici bir "şak" sesiyle kırıldı. Başka bir öğrenci (saldırıcım değil), sağolsun, arabasıyla beni hastaneye götürdü, bir özel hastaneye. Hem muayene hem tedavi için 70 lira tuttu. O kadar ferahladım ki! Sevinçten bir kahkaha attım ve zavallı ayağımda bir balerin dansı yapıp, döndüm. Ama öğrencimin yüzü mosmor! Utanıyor! Hayrola? “Kusura bakmayın hocam, ben bu hastane bu kadar pahalı olduğunu bilmiyordum!” Pahalı? Ciddi misin? Amerika olsaydı sigortasız bu küçük kırık için bankadan 20 yıllık bir borç almak zorunda kalırdım. Aylık taksit o kadar yüksek olurdu belki evimi arabamı mecburen satıp, bekon parası için sokakta dilenmem bile gerekirdi. Büyük parmağım olsaydı, aman, tek cözüm harakiri olurdu, emin ol. Sigorta olsaydı bile, en az yüz dolar tutardı. Teşekkürler SSK. Seni seviyorum!

Türkiye—bir puan 
Amerikada sigortalı bir grip hastası--aspirin almak için tüm ailesini köleliğine satmış

5. Posta

Posta Gazetesi değil, postacılık sisteminden bahsediyorum.

Hatırlıyor musunuz? 2010 yılında CERN Büyük Hadron Çarpıştırıcısı diye bir cihaz ilk defa kullanacaktı. Hiç birimiz ne olduğunu ve ne yapabileceğini çözemedik ama gasteler ‘Dünyanın Sonu Mu Getirecek’ tarzında başlıklarla doluydu. Ben Posta’da okudum. Meğerse, bu Hadron Bilmem Neyle fizikçiler kara delikler oluşturabilirler, bir yan etki olarak. Bazı yazarlara göre bu kara delikler bizim gariban Dünyayı yutup, yok edebilirdi! Fakat hiç endişelenmeye gerek yoktu, çünkü PTT çoktan kara delikler yaratmıştı ve hiç bir şey olmadı. Yıllarca her onlara gelen mektup, paket, ve post kartal o kara deliklere atılıp, kainattan siliniyordu. Amerikalılar ise, bu teorik fizik şeylerle uğraşmayıp, saf gibi mektup gönderilen kişiye vermeye çalışıyorlar. İstanbul’a geldiğimden beri annem bana en azından 5 defa mektup bana yollamış, hiç biri bana ulaşmadı. Hepsi PTT’nin kara delikleri sayesinde bir paralel evrene gitti herhalde.

Amerikaya bir puan
PTT'nin kapılarının arkasında ne var diye hiç sordun mu? Bu bir kare...

6. (Erkeklerin) Sosyal Hayatı

Bir tane yabancı gerzek bana dedi ki, “Türkiye çok tuhaf bir ülke ya! Düşün, burada iki yetişkin erkek sırf zevk için bir kafede oturup çay içiyor!” “Evet, ne güzel işte!” diye cevap verdim. O kafadan kontakmışım gibi bana baktı. Meğerse bir eleştiri olarak söylemiş!

Bir Amerikalı erkek, bir arkadaşla takılmak isterse, tek bir seçenek var—barda bira içmek. Çünkü diğer alternatifler fazla tehlikeli. “Neden mi” soruyorsun? Güzel bir soru. 43 yıldır kendime aynı soru soruyorum. Amerikalı erkekler genel olarak gey sanılmaktan o kadar korkuyorlar ki—bir fobi, bir ruh hastalığı seviyesine ulaşmış. Düşün, Amerikan İngilizcesinde bir argo bile var—“The Gay Seat.” (Gey Olmayan Koltuk). Yani bir ahbapla bir filme gidersen, aranızda bir boş koltuk bırakacaksınız, sinemadaki herkesi siz gey olmadığınıza ikna etmek için. Bu koltuğa “The Gay Seat” deniliyor. (Gerçi bir gey arkadaşım da var. Sevgilisiyle sinemaya gittiği zaman o da bir Gay Seat aralarında bırakıyor. Niye sorduğumda, omuzlarını silkti. “Bilmem, herkes yapıyor ya. Biz denedik ve daha rahat olduğunu keşfettik. Bu koltuklar çok dar ya!”

Film eleştirmenler bile Gay Seat bırakıyor 

Dediğim gibi, Gey olmayan iki erkeğe uygun tek aktivite barda bira içmek. Monoton! 

Spor olmaz mı? Spor oldukça maço bir etkinlik ya, diyorsun. Fakat sadece iki kişiyseniz bir futbol maç bile şüpheli olabilir. “Neden sadece ‘iki’ erkek var acaba? Neden Gay Seat yok. Tamam tamam, kalabalık bir derbide mümkün olmayabilir ama.....yine de? Aa, bak, abi. Bizimkiler gol atınca bu çift ne kadar birbirine sarılıyorlar!” 

"Bana ne," diyorsun. "Sansınlar!" diyorsun. Ama özellikle Amerikanın güneyinde maçoluk ve homofobi bayağı yaygın illetler. En aklı başında olan bile bundan kaçamaz!

Ama Allaha şükür bu fobi Türkiye’ye henüz bulaşmamış. Burada dostlarımla iki kişi olsak bile istediğimiz şeyi serbestçe yapabiliriz. Çay içmek, sahilinde yürümek, tavla oynamak, parkta oturup sohbet etmek, okey oynamak, ve, evet, bir barda bira içmek. Çeşit çeşit etkinlik!

Türkiye’ye bir puan

7.  Bayramlar

Türkiye’de bayramların iki türü var. Tür A: Dinsel bayramlar. 

İstanbul'da trafiğe girip bütün sülaleyi bir gün içinde tek tek ziyaret etmeye çalışıyorsun. Saatlerce yoldasın ve bu araba tıkanıklık kabusundan kurtulduktan sonra evine gittiğin akraban miden patlayıncaya kadar sana yemek, tatlı, ve çay tükettiriyor. Neden oraya buraya gitmek yerine herkes en yaşlı akrabasının evinde toplanmiyorlar? Bilmem!

Tür B: Devlet bayramları. Bu tip bayramlarda, geç kalkılabilmesi, tatil olması gereken günlerde sıkıcı bir tören için sabahın köründe okula sürükleniyorsun. Yine trafik, yine saatlerce bir aracın içinde hayatının erimesini çaresizce izliyorsun. Birde ne için? Hep aynı askeri marşlar...

Monoton!!

En azından Amerika’nın her bayramı farklı. Cadılar Bayramında bir kostüm giyip ya bir partiye gidiyorsun ya çocuk isen mahalledeki evleri dolaşıp şeker topluyorsun. Perili köşklere gidiliyor. Korku filmleri izleniyor. Elma Dalışı diye bir oyun bile var. 

Ya Elma Dalış ya erken bir kalkış ile bin tane milli marş....ben elmaya doğru koşuyorum!

Hristiyan isen Noel Bayramında bir ağacı süslüyorsun, geleneksel “eggnog” denilen bozaya benzeyen içecek içerken eski nostaljik şarkıları söylüyorsun. Ondan sonra herkese bir hediye alıyorsun, Noel sabahında bu hediyeleri açıp güzel bir yemek yiyorsun. Paskalya’da ise yepyeni, çiçek renkli kıyafet giyip kiliseye gidiyorsun (İmanlıysan). Ondan sonra boyanmış yumurtaları saklayıp, çocuklara aratıyorsun. Final olarak, bekon’un en lezzetli kardeşi “ham” ön plana çıktığı bir sofraya oturup, bir ilkbahar ziyafeti yiyorsun. Hristiyan olmazsan bin tane alternatif var--Yahudi, Müslüman, Afrikan, Budist Bayramların tatlarına özgürce bakabilirsin.

Her bayramın yemeği de farklı. Paskalya için "ham" ise, Şükran Bayram için hindi. Bağımsızlık Günü’nde barbekü! Bazen bu yemekler sadece bayram gününde yeniliyor. Balkabağı tartı mesela—sadece Şükran Bayramında olur ve o yüzden ben o günü dört gözle bekliyorum. Türkiye’nin bayramları ise ne var? Her yerde sıradan günlerde bile yenilen! Özel yemek yok mu allah aşkına?

Amerika’ya bir puan daha.

Toplam 4:4


Berabere kalmışız! Maalesef hangi ülke en iyisi olduğunu söylemek zor. Rekabetciysen hiç tatmin edici değil ama böyle kararsızlıkla hayatımıza devam etmeliyiz...."İkisi de güzel" diyerek memnun olabilir miyiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder