16 Eylül 2014 Salı

Dil Can Pazarı--Bimediğin Şeyler Canını Alabilir!

(bu arada, blogun sonu yanlışlıkla 'her sabah dedim'--her pazar demek istedim yahu. Dil ya, dil!)

Hoş geldin, kurbanım! 

Benim adım—Terbiyesiz Köfte. Ama istersen bana, Terbiyesiz Abi diyebilirsin. Kullağa daha yumuşak, daha samimi geliyor belki. Google Translate’a göre İngilizcesi “Insulting Meatballs” oluyor. Neden böyle bir takma adı akıl ettiğimi bilmek istersen, cevabım şu—çünkü bu laf benim ilk yaptığım Türkçe esprimdi.  
Bu adam (?) "Göt" ile ne yapacak allah aşkına?

Üç sene önceye bir küçük zaman yolculuğunu yapalım. İstiklal’deyiz. Hafif yağmurlu bir ilkbahar günü. Eşim, halası ve onun ailesiyle salaş bir restorana sığınıp yemeğe oturuyoruz. Herkes lak lak ediyor ama ben hiç bir katkı yapamıyorum zira böyle büyük bir grupta sohbeti takip edebiliyorum ama katılamıyorum. Dolayısıyla, moron gibi sessiz kaldım, boş gülüyorum her konuşana. Bir anda eşimin halası bana dönüp terbiyeli köfte isteyip istemediğimi soruyor. Kafamın içinde bir ışık açılıyor. Düşünmeden ben 

“Yok hala, ben genelde terbiyesiz köfteyi tercih ediyorum.”

Sanki bir saniye, bir salise için dünyanın dönmesini durmuş. İmkansız bır şey oldu! Ben Türkçe ile oynayıp, bir şaka yapabildim! Higgs parçacığını tespit etmek gibi bişey benim için.

Hala hemen bir kahkaha atmaya başlıyor. Onun gülüşünden o kadar pohpohlandım ki, başım bulutlara değiyordu. Evet evet, anladım, o kadar esprilli bir laf değildi ama hakkımı vermen lazım, kardeşim. Dil nankör bir yaratık—kendimi başarılı hissettiğim zaman abartılı bir şekilde kutluyorum. Ben resmen zıl takarak oynamak üzereyken, eşim diyor. (Seni seviyorum aşkım, kızma!) 

“Aslında canım, biz terbiyeli köfte diyoruz. Mönüye bak. Görüyor musun? Orda ‘li’ yazıyor, ‘sız’ değil. ‘Siz’ ‘without’ demek.”

Uf!

“Evet biliyorum!!” haykırdım, küçük kızın tez sesiyle. Göğe değiyordum ama bir an böyle şiddetçe yere indirildim! Bir İngilizce deyim var—‘Burst your bubble’. Yani, sişen baloncuğunu (ego) aniden patlatmak. İyi niyetli olsa bile eşim resmen benim baloncuğumu patlattı, bir de iyice şişmişti. 

Kaç kere böyle bir şey başıma geldi o günden bugüne kadar!? Ben bir nükte, bir kelime oyunu, bir cinas yapmaya çalışyorum, dinleyicilerim bu zavallı yabancının Türkçesini düzeltmeye derdine düşüyor. Sanki “Nasılsın? Ben bir bira istiyorum”dan başka bir yabancının ağızından hiç bir şey çıkamıyor. Tüm esprillerim o kadar komik olmayabilir ama lütfen, bir şans ver bana! 

Bu mütevazi Türkçe esprisinden çok önce ben ve arkadaşlarım, bir kaç komik şey yaşadık. (Bilerek değildi tabii. Biz tesaddüf komediyenleriz.) Ben mesela, ilk Türkiye’ye geldiğim zaman, ş ve s harfleri arasındaki farka pek önem vermiyordum. Bir tanesinde bir kuyruk var—o kadar. Bir gün okulun (o zamanlar English Time’daydım) kantininde kasada çalışan asık suratlı ortayaşlı kadın bana kirli bir kaşık verdi. Kazaen yazacaktim ama bence bu haspa kasten yapmıştı—işten nefretini her tarafa saçıyordu, her verdiği çayda, her sattığı kekte bir lanet vardı. (kanıt olarak o zamanlarda bir kaç tane nazar boncuklarım aniden kırılıvermişti, evimizde) Açıkçası epey zamandır onun yüzüne bir şikayet söylemek için bir bahane arıyordum, o kadar sinir bozucu bir tipti ki. Sonunda kısmet bana bir fırsat verdi. Sırıta sırıta kasaya gittim, o pis kaşıkla. Nihayet bu kadın kaybetecekti. “Affedersiniz,” dedim. “Ama benim kasığım çok pis.”

“Inanmıyorum!” dedi. 

“Sahi mi? O zaman göstereyim.”

“Terbiyesiz!”

En azından asıklıktan başka bir ifade meydana getirebilirdim, onun yüzünde.

Dil nankör bir şey arkadaşlar. Böyle tuzakla dolu.
O kadar akıllı (smart) olmak ister miyiz?--Bir rugby takımının ismi için talihsiz bir seçenek

Bir arkadaşım var, genç bir gazeteci, yeni baba. Bir gün bir bakkala girmiş—sahibi sakallı, fesli, yani dindar bir zat. Arkadaşım spordan geliyormuş—tepeden tırnağa kadar ter içindeymiş, nefes nefeseymiş. Taze ekmeğin kokusunu iyice içine çekmiş, ekmekleri dolaba koyan delikanlıyı işaret ederek kasada duran adama o nefes nefese haliyle demiş ki, 
“Taze erkek istiyorum!” 
Emin olun ki, her Türkçe öğrenen yabancı bu hata yapmıştır. Erkek ile ekmek arasında sadece iki ufak harf var—tehlikeli bir şey bu. Bazı kelimeler böyle—yani çok sıradan bir anlama geliyor ama bir harfin değişmesiyle dünyanın en iğrenç küfürüne dönüşüyor. Altı yıldır Türkiye’deyim ve hala ‘sıksık’ kelimesini söylemekten sakınıyorum. Onun yerine her saçma sapan eş anlamlı sözcüğü kullanıyorum—‘çoğu kez’, ‘çok kısa aralıklarla’, ‘aralarında çok az aralık bırakarak’.

Kelimeyi boş ver, çoğu kez sadece tek bir harf problem oluyor.

Derken…

Bir tane daha arkadaşım var, biraz tombul, gözlüklü, Harry Potter’e benzeyen güler yüzlü bir çocuk düşünün. ‘Çok kısa aralıklarla’ şaka yapıyor—çok komik biri. Bir mektup postalamak istediği için İstiklal’de bir PTT ofisi arıyormuş. Kafasında şu cümleyi tekrarlıyormuş, “En yakın PeeTeeTee şubesi nerede? En yakın PTT şubesi nerede.” Birini dururmuş, çok sakin, sıradan bir sesle “Affedersiniz, en yakın PeeKeeKee şubesi nerede acaba!” 

Bizlerden biri ya bir hastaneyi ya bir hapishaneyi boylamamamız bir mücize.

Dil hem nankör hem tehlikeli.

Aralarında çok az aralık birakarak, bu Türkiye’dekiler de dil hatalarla başlarını dertlerine sokuyorlar, tabii ki. Gördüklerimden en çarpıcı olanlardan biri şu:

Bir kahvaltı salonu açıldı, arkadaşımın apartmanın zemin katında. Sahipleri çok hoş bir genç çift de onlar da arkadaşlar sayılır—en azından her karşılaşmamızda hoş bir muhabete düşüyorduk. Biz masalardan birinde oturduk, onlar saygılı bir  “hoş geldiniz” dedikten sonra, gururla çok güzel, profesyonel tasarlanmış bir mönü sundular—görünüşünden her şey dört dörtlük. İçine baktım—ağızı sulandıran bir fotoğrafın yanında ‘sucuklu yumurta’ yazıyordu. Türkçe altında, ingilizce olarak “Faggot eggs” yazıyordu. İbneli yumurta?! Gözlerim fal taşı oldu. Devamı vardı! Mönü’de sucuğun karşılığı olarak her şey ‘faggot’, yani ibne, oldu. Ibneli börek. İzgarada ibne. Kırmayım diye, çok nazik bir ses tonuyla “Nasıl söyleyim size? Bu ingilizce nereden buldunuz acaba? Böyle bir restorana uygun olmayabilir.” 

“Uygun olmayabilir? Ne demek o?” 

Çekine çekine anlattım—kız sanki bayılıacakmış gibi duvara yaslandı. Erkek şaşkın şaşkın, “Hayret! Ben sözlükte buldum! Facebook’a koydum. Websayfamıza da koydum! Dünyanın her yerinde o yazıyor!” Meğerse sözlük yazanlarda ya bazen işini beceremiyorlar ya bizimle dalga geçiyorlar.

Corn "Flex"--Yani, mısır pazu gösteriyor....


Bir de her harf, her kelime doğru olsa da, yine de bazen olmuyor. Olmuyor işte. Kimi zaman ingilizceden, Türkçeye, tekrar Türkçeden, Türkçeye cevirilmesi gerekiyor! Nasıl yani diyorsunuz? Mesela eşim benim işten eve döndüğümde bana diyor ki, “Istersen ayakkabılarını dolaba koyabilirsin.” Istersem? Harfiyen anlayarak, “Istemiyorum ya! Orda kalsa bir daha çıktığım zaman daha hızlıca giyebilirim dimi!” diye cevap veriyorum. Ama bana diktiği bakışlardan anlıyorum ki, benim isteyip istediğimle bir alakası yok. Mecuburen yapacağım. Yoksa kıyamet kopacak. Nerden bileyim—“Istersen” demek, o demek? Sözlüğe göre “istemek” “istek duyumsamak” demek. Hiç bir yerde “yapmazsan gebertileceksin!” yazmıyor. Gramer kitabımda emir kipler bölümünde bile bulunmuyor. Uyarı ver bari bana, bir zahmet!

Bir de sadece eşler arasındaki ilişki için geçerli değil. Bir gün “polis müdahale etti” gazetede okudum. Tamam—Redhouse’a bir göz attım. Diyor ki, “müdahale” “interfere” demek, yani bir araya girmek. Ama bu makalenin yanındaki resime bakınca polisler bir araya girmiyorlardı, yoksa bir ara girmek için tank ve kimyasal silahlara gerek vardı. 

Gazeteler genel olarak esrarengiz bir kodla yazılıyor. Aralarında çok az aralık bırakarak sevgili eşime bir başlık gösterip, Türkçeden Türkçeye bir çeviri istiyorum.

Dil nankör bir şey. Nankör! O yüzden, en ufak galibiyetimi bile aşırı ve sadece hayatın en mutlu anları için kullanılan bir sevinçle kutluyorum.

Öyleyse, Terbiyesiz Köfte oldum, olacağım.

Bundan sonra her pazar sana yeni bir yazı sunacağım. 

Merhaba!

5 yorum:

  1. Aralarında çok az aralık bırakarak güldüğüm bir yazı olmuş :)
    Lütfen devamını da getir.

    Ha unutmadan, bir gün bir çilingir sofrası kuralim. Orada atasözü ve deyim alışverişinde bulunuruz :)

    YanıtlaSil
  2. Harika bir yazı olmuş Cef, neredeyse hiç aralık bırakmadan güldüm, eline sağlık:) Demek ki Pazar günlerini iple çekeceğiz artık!

    YanıtlaSil
  3. Ben de çok kısa aralıklarla ama katıla katıla güldüm! Her biji Jeff!

    YanıtlaSil
  4. Çok teşekkürler arkadaşlar-!!

    YanıtlaSil